9786255633200
1308714
https://www.kitapbahcesi.com/kurani-mecid-meali-hafiz-boy
Kuranı Mecid Meali (Hafız Boy)
419.90
Ehl-i Sünnet menheci üzere yazılan tefsir ve meâllerin içinde birçok yönü ile ayrıcalıklı olan Kur'ân-ı Mecîd ve Tefsirli Meâl-i Âlîsi hem ilim ehli hem de akademik câmia nezdinde oldukça önem kazanmış ve takdir edilmiştir. Cenab-ı Hakk'tan bu kıymetli eserin sâhibi Mahmud Efendi Hazretleri'ne rahmet üzerine rahmet niyaz eder, eserde emeği geçen hoca efendilere sağlık ve âfiyetler temenni ediyoruz.
MUKADDİME
Bütün hamdler O Allâh-u Te‘âlâ'ya mahsustur ki; cem‘ ve tenzîh makamından, hiçbir noksanı bulunmayan Arapça bir Kur'ân indirdi. Ayrıca O, burhân ve huccetleri üstün ve parlak olarak, bir de onu her zaman diliminde bâkî bir mûcize olarak ebedîleştirdi.
Sonsuz salât ve sınırsız selâm, Efendimiz Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) üzerine olsun ki onun zâtı, âyât-ı tenzîliyyenin mehbitı, ahlâkı ise Hazret-i Kur'ân'dan ibaret idi.
Ehl-i Beyt'ine, ashâbına ve kıyâmete kadar ihsân ile onlara tâbi olanlara da bî hadd ve bî add salât-ü selâm olsun ki, onlar tenzîl nurlarının meşrıkleri ve te'vîl sırlarının mağribleriydi.
Bundan sonraki beyânımız şu yöndedir ki; bu “Tefsirli Meâl”e başlarken sebeb-i te'lîfi ortaya koymayı uygun gördük, şöyle ki: Yıllardan beri sohbetlerimizi takip eden kardeşlerimizin malûmu vechile; eski deyimle “Kırık mânâ” olarak ifâde edilen üslûb üzere Kur'ân-ı Kerîm'in kelime kelime mânâsını açıklamak ve sonra toplu mânâyı çıkarmak âdetimiz olup, en büyük arzularımızdan biri de isteklileri tarafından bu usûlün öğrenilip öğretilmesiydi.
Mânevî işaret üzere başlatmış olduğumuz “Rûhu'l-Furkan Tefsîri”mizin bu gâyeye ne derece hizmet ettiği, beyâna muhtaç değildir.
Ancak ihvân-ı dîn ile ilgili bu zamana kadar yapmaya mecbur olduğumuz birçok vazife ve meşguliyetimiz, ayrıca karşımıza çıkan bâzı mâniler dolayısıyla; 8 Safer 1426 (18 Mart 2005) tarihine ulaştığımız günlerde tefsîrimiz henüz En‘âm Sûre-i Celîlesi'nin sonuna gelebilmiştir.
Tefsîrimizin, sahasında yazılan eserlere kıyasla geniş muhtevası, birçok kaynaklara dayanan ilmî bir faaliyet oluşu ve zamanın bereketsizliği göz önünde bulundurulduğunda, ilk ve asıl gâyemiz olan Kur'ân-ı Kerîm'in tümü hakkında yapılması hedeflenmiş tefsirli bir meâlin siz okuyucularımıza ancak seneler sonra tam bir şekilde ulaşacağı görüşü böylece herkese hâkim oldu.
Bu yüzden A‘râf Sûresi'nin tefsirinin yapılacağı 13. cilde başlamadan önce tefsir çalışmamızı bir sürelik durdurup, Allâh-u Te‘âlâ'nın tevfîkıyle tefsirli bir meâli itmamdan sonra inşâallah tekrar tefsir çalışmamıza dönerek, tâliplerine takdime sa‘y-ü gayret göstermeyi uygun gördük. Çalışmak bizden, muvaffak kılmak ise ancak Allâh-u Te‘âlâ'dandır. Ancak “Bunca meâl varken yeni bir meâle ne ihtiyaç vardı?” şeklinde bir soru kaçınılmaz olarak akla gelebileceği için, meâlimizin diğerlerinden farkını açıkça ortaya koyma ve herkesin bu meâle niçin ihtiyaç duyacağı gerçeğini izah etme gereğini fark ettiğimizden, bu noktada bu hususu maddeler hâlinde serdettik:
1- Belirtmeden geçemeyeceğimiz en önemli hususlardan biri şudur ki; âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin kuru kuruya tercemesi yapılıp, gereken îzâh verilmediği takdirde bu işin zararı faydasını geçebilir. Zîrâ Kitap ve Sünnet'te “Nesh” denilen bir hüküm geçerlidir ki bu: “Şer‘î bir hükmün, Allâh-u Te‘âlâ tarafından tümüyle kaldırılması veyâ misli yâhut daha iyisiyle değiştirilmesi” demektir. Meselâ Bakara Sûre-i Celîlesi'nin 180. âyet-i kerîmesinde: “Ardından mal bırakacak kişinin ana-babasına ve akrabasına vasiyet etmesinin farz olduğu” açıkça bildirilmiştir. Hâlbuki daha sonra gelen Nisâ Sûresi'nin 11 ve 12. “Mîras âyetleri” ile herkesin ne alacağı taksim edilmiş olduğundan, ölecek kişinin kafasına göre vasiyet yapmasının farziyeti kaldırılmaktan öte, yapsa bile geçersiz sayılmıştır. Dolayısıyla Bakara Sûresi'nin âyetinin meâli verilirken, hükmünün nesh edildiğine dâir bilgi verilmezse, okuyucu bu hükmün geçerli olduğunu sanarak hataya düşebilir. Bunun misallerini çoğaltabiliriz. Binâenaleyh; âyetler arasındaki neshin mutlaka îzahlarla da olsa kaydedilmesi gerekir. İşte biz bu meâlimizde bu konuya hassasiyetle eğildik. Ancak bunu yaparken nesholunduğu hususu ittifak konusu olan yerleri açıkça belirttik, zaman ve zemine göre işlevi devam eden birçok âyet-i kerîmeyi de mensûh olarak değerlendirmeyip, müfessirlerin beyanı vechile farklı şartlarla ele aldık.
2- Yine böylece; Ehl-i Sünnet ulemâsının görüşlerini parantezler ve îzahlarla belirtmeye son derece özen gösterdik. Meselâ Nisâ Sûresi'nin 93. âyet-i kerîmesinde “Bir mümini kasten öldürenin ebedî cehennemde kalacağı” bildirilmiştir. Hâlbuki diğer birçok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde “Ne kadar günahı olsa da îmân üzere ölenin cehennemde ebedî kalmayacağı”, hattâ “Allâh-u Te‘âlâ'nın dilemesi durumunda bağışlanıp, cehenneme hiç girmeden de cennete girebileceği” açıklanmıştır. İşte bütün âyet ve hadîsleri birlikte mütâlaa eden Ehl-i Sünnet ulemâsı, bu âyet-i kerîmeye: “Bir mümini îmânı yüzünden öldüren yâhut adam öldürmeyi helâl sayarak cinayet işleyen kişi kâfir olacağından cehennemde ebedî kalacaktır” diye tefsir etmişlerdir. Diğer bir misâl olarak; Müddessir Sûresi'nin 43. âyet-i kerîmesinde cehennem ehlinin ifâdesi olarak zikredilen: “Biz namaz kılanlardan değildik” âyet-i kerîmesi, Ehl-i Sünnet ulemâsı tarafından: “Biz namazın farziyetine inananlardan değildik” şeklinde tefsir edilmiştir. Zâten ileride gelen: “Biz cezâ gününü de yalanlardık” sözleri, Ehl-i Sünnet'in bu tefsîrinin ne kadar isabetli olduğunu ortaya koymaktadır. İşte biz bu meâlimizde Kur'ân-ı Kerîm'in metnine hiçbir ilâve yapmaksızın, parantezler vasıtasıyla bu mânâları okuyuculara naklettik. Bu hususlara riayet edilmeksizin yapılan meâlleri okuyan kimseler ise, bâzı günahların insanı cehennemde ebedî bırakacağı yâhut namaz kılmayanın kâfir olacağı gibi, Ehl-i Sünnet îtikadına ters düşen sapık inançlara kapılma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Hassâsiyetle üzerinde durulması gereken bir başka husus da şudur ki; Kur'ân-ı Kerîm'den hüküm çıkarmak ancak mezhep imamlarının ve müctehidlerin başarabileceği bir iştir. Bu zevât-ı kirâm fıkhî meselelerin tümünü delillerinden istinbat ederek hazır bir halde önümüze sunmuşlardır. Artık bize gereken; delillerden hüküm çıkarmaya uğraşmak olmayıp, ehli tarafından ictihad edilen fetvâyı arayıp bulmak ve onu tatbik etmektir ki bunun mahalli, fıkıh ve kelâm ilimleriyle ilgili yazılmış olan eserlerdir. Bunun aksine hareketle Kur'ân-ı Kerîm'in meâllerinden fetva çıkartmaya çalışanların, “Salât” kelimesinin lügat mânâsına bakarak farz namazları dahî terk edecek duruma geldikleri ortadadır. Bu îtibarla îtikadî veyâ fıkhî bir hükmü anlamak isteyen bir Müslüman'ın, sâde bir meâlle yetinmeyip mutlaka Ehl-i Sünnet ulemâsı tarafından bu konuda yazılmış kitaplara müracaat etmesi şarttır. Aksi takdirde günümüzde müşâhede ettiğimiz üzere Ehl-i Sünnet dışı Mu‘tezile, Müşebbihe ve Cebriyye gibi sapık fırkaların inançlarına bulaşması kaçınılmaz olur. Zîrâ Kur'ân-ı Kerîm âyetleri bir bütün hâlinde ele alındığında birbirini tasdik ve tefsir eder bir mâhiyet taşımaktadır. Dolayısıyla Kur'ân ve Sünnet'te; tahsîs, takyîd ve istisnâ (birinin, diğerinin hükmünü özelleştirmesi veyâ kayıt altına alması yâhut bâzı şeyleri o hükümden ayrı tutması) gibi hükümler cârîdir. Meselâ En‘âm Sûresi'nin 145. âyet-i kerîmesinde yasak olan yiyeceklerin dört maddeye hasredildiği görülmekteyken, Mâide Sûresi'nin üçüncü âyet-i kerîmesinde ve diğer birçok hadîs-i şerîfte daha birçok yasak yiyecekler bulunduğu belirtilmiştir. Yine böylece; Kasas Sûresi'nin 56. âyet-i kerîmesinde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den hidayet vasfı nefyedilmişken, Şûra Sûresi'nin 52. âyet-i kerîmesinde ise bu sıfat kendisine isnâd edilmiştir. Ayrıca; İnsân Sûresi'nin 30. âyet-i kerîmesinde Allâh-u Te‘âlâ'nın dilemesi olmadan kullarının dilemesinin bir şeye yaramayacağı beyan edilmişken, En‘âm Sûresi'nin 148. âyet-i kerîmesinde müşriklerin, Allâh-u Te‘âlâ'nın dilemesini öne çıkaran sözlerine karşılık onlar tasdik edilmemiş, bilakis tekzib ve inkâra nisbet edilmişlerdir. Bu gibi birçok misali göz önünde bulunduracak olursak; inanç veyâ amelle ilgili herhangi bir konudaki kesinleşmiş bir kararı mücerred bir meâlden anlayabilmek, müfessirlerin bu husustaki çözüm ihtiva eden beyanlarını hiç bilmeyenler hakkında mümkün görülebilecek bir şey değildir! Tüm bu yönler göz önünde bulundurulduğunda terceme ve meâl adı altında hazırlanan eserlerin, hükme kaynak ittihaz edilmelerinin büyük sakıncaları bir nebze olsun anlaşılmıştır. Dolayısıyla mensûh âyetlerin bildirilmesi ve ayrı ayrı mânâlara ihtimalli olan bâzı âyetlerin parantez ve notlarla îzâh edilmesi, çelişkili gibi görülen bâzı noktaların, Kur'ân-ı Kerîm'in tercümânı lakabına hâiz olan İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) gibi selef-i sâlihînden gelen çözümlerle vuzûha kavuşturulması gibi birtakım şartlara bağlı kalınmak sûretiyle yapılacak bir meâlin ihtiyaçlara cevap vereceği ve çok faydalı olacağı ittifakla benimsenmiş bir husustur. İşte biz bu meâlimizde bütün bu şartlara riâyet etmek üzere izah gereken hiçbir noktayı kapalı bırakmayıp, muteber tefsirlerde zikredilen müfessirlerin isabetli görüşleriyle her bir âyeti tek tek incelemeye gayret ettik. Ancak kimsenin iddiâ edemeyeceği gibi, bizim de hatasızlık gibi bir iddiâmız asla mevcut olmayıp, sehven vâki olan kusurlarımızın bağışlanmasını Allâh-u Te‘âlâ ve Tekaddes Hazretleri'nden, Kur'ân-ı Kerîm hatırına niyâz eder ve bu hizmette emeği geçenlere Mevlâ Te‘âlâ'dan feyiz ve tevfikler talep ederim.
3- Meâl yapılırken Kur'ân-ı Kerîm'de yoruma müsâid olan kelime ve cümlelerin tercemesinin, lügatlara veyâ Kur'ân-ı Kerîm'deki diğer kullanış şekillerine bakılıp ortama, güne ve gündeme itibar edilerek açıklanması Kur'ân-ı Kerîm'i tahrife ve tebdile sebebiyet verebilir. Nitekim birtakımlarının, Allâh-u Te‘âlâ'nın gazabını çekmek pahasına da olsa, birilerine şirin görünmek için, Nisâ Sûresi'nin 34. âyet-i kerîmesinde geçen: “Nasîhat kâr etmeyen, yatak ayırmak sûretiyle de yola gelmeyen kadınların dövülmesi” hakkında kullanılan “Darb” ifâde
Ehl-i Sünnet menheci üzere yazılan tefsir ve meâllerin içinde birçok yönü ile ayrıcalıklı olan Kur'ân-ı Mecîd ve Tefsirli Meâl-i Âlîsi hem ilim ehli hem de akademik câmia nezdinde oldukça önem kazanmış ve takdir edilmiştir. Cenab-ı Hakk'tan bu kıymetli eserin sâhibi Mahmud Efendi Hazretleri'ne rahmet üzerine rahmet niyaz eder, eserde emeği geçen hoca efendilere sağlık ve âfiyetler temenni ediyoruz.
MUKADDİME
Bütün hamdler O Allâh-u Te‘âlâ'ya mahsustur ki; cem‘ ve tenzîh makamından, hiçbir noksanı bulunmayan Arapça bir Kur'ân indirdi. Ayrıca O, burhân ve huccetleri üstün ve parlak olarak, bir de onu her zaman diliminde bâkî bir mûcize olarak ebedîleştirdi.
Sonsuz salât ve sınırsız selâm, Efendimiz Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) üzerine olsun ki onun zâtı, âyât-ı tenzîliyyenin mehbitı, ahlâkı ise Hazret-i Kur'ân'dan ibaret idi.
Ehl-i Beyt'ine, ashâbına ve kıyâmete kadar ihsân ile onlara tâbi olanlara da bî hadd ve bî add salât-ü selâm olsun ki, onlar tenzîl nurlarının meşrıkleri ve te'vîl sırlarının mağribleriydi.
Bundan sonraki beyânımız şu yöndedir ki; bu “Tefsirli Meâl”e başlarken sebeb-i te'lîfi ortaya koymayı uygun gördük, şöyle ki: Yıllardan beri sohbetlerimizi takip eden kardeşlerimizin malûmu vechile; eski deyimle “Kırık mânâ” olarak ifâde edilen üslûb üzere Kur'ân-ı Kerîm'in kelime kelime mânâsını açıklamak ve sonra toplu mânâyı çıkarmak âdetimiz olup, en büyük arzularımızdan biri de isteklileri tarafından bu usûlün öğrenilip öğretilmesiydi.
Mânevî işaret üzere başlatmış olduğumuz “Rûhu'l-Furkan Tefsîri”mizin bu gâyeye ne derece hizmet ettiği, beyâna muhtaç değildir.
Ancak ihvân-ı dîn ile ilgili bu zamana kadar yapmaya mecbur olduğumuz birçok vazife ve meşguliyetimiz, ayrıca karşımıza çıkan bâzı mâniler dolayısıyla; 8 Safer 1426 (18 Mart 2005) tarihine ulaştığımız günlerde tefsîrimiz henüz En‘âm Sûre-i Celîlesi'nin sonuna gelebilmiştir.
Tefsîrimizin, sahasında yazılan eserlere kıyasla geniş muhtevası, birçok kaynaklara dayanan ilmî bir faaliyet oluşu ve zamanın bereketsizliği göz önünde bulundurulduğunda, ilk ve asıl gâyemiz olan Kur'ân-ı Kerîm'in tümü hakkında yapılması hedeflenmiş tefsirli bir meâlin siz okuyucularımıza ancak seneler sonra tam bir şekilde ulaşacağı görüşü böylece herkese hâkim oldu.
Bu yüzden A‘râf Sûresi'nin tefsirinin yapılacağı 13. cilde başlamadan önce tefsir çalışmamızı bir sürelik durdurup, Allâh-u Te‘âlâ'nın tevfîkıyle tefsirli bir meâli itmamdan sonra inşâallah tekrar tefsir çalışmamıza dönerek, tâliplerine takdime sa‘y-ü gayret göstermeyi uygun gördük. Çalışmak bizden, muvaffak kılmak ise ancak Allâh-u Te‘âlâ'dandır. Ancak “Bunca meâl varken yeni bir meâle ne ihtiyaç vardı?” şeklinde bir soru kaçınılmaz olarak akla gelebileceği için, meâlimizin diğerlerinden farkını açıkça ortaya koyma ve herkesin bu meâle niçin ihtiyaç duyacağı gerçeğini izah etme gereğini fark ettiğimizden, bu noktada bu hususu maddeler hâlinde serdettik:
1- Belirtmeden geçemeyeceğimiz en önemli hususlardan biri şudur ki; âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin kuru kuruya tercemesi yapılıp, gereken îzâh verilmediği takdirde bu işin zararı faydasını geçebilir. Zîrâ Kitap ve Sünnet'te “Nesh” denilen bir hüküm geçerlidir ki bu: “Şer‘î bir hükmün, Allâh-u Te‘âlâ tarafından tümüyle kaldırılması veyâ misli yâhut daha iyisiyle değiştirilmesi” demektir. Meselâ Bakara Sûre-i Celîlesi'nin 180. âyet-i kerîmesinde: “Ardından mal bırakacak kişinin ana-babasına ve akrabasına vasiyet etmesinin farz olduğu” açıkça bildirilmiştir. Hâlbuki daha sonra gelen Nisâ Sûresi'nin 11 ve 12. “Mîras âyetleri” ile herkesin ne alacağı taksim edilmiş olduğundan, ölecek kişinin kafasına göre vasiyet yapmasının farziyeti kaldırılmaktan öte, yapsa bile geçersiz sayılmıştır. Dolayısıyla Bakara Sûresi'nin âyetinin meâli verilirken, hükmünün nesh edildiğine dâir bilgi verilmezse, okuyucu bu hükmün geçerli olduğunu sanarak hataya düşebilir. Bunun misallerini çoğaltabiliriz. Binâenaleyh; âyetler arasındaki neshin mutlaka îzahlarla da olsa kaydedilmesi gerekir. İşte biz bu meâlimizde bu konuya hassasiyetle eğildik. Ancak bunu yaparken nesholunduğu hususu ittifak konusu olan yerleri açıkça belirttik, zaman ve zemine göre işlevi devam eden birçok âyet-i kerîmeyi de mensûh olarak değerlendirmeyip, müfessirlerin beyanı vechile farklı şartlarla ele aldık.
2- Yine böylece; Ehl-i Sünnet ulemâsının görüşlerini parantezler ve îzahlarla belirtmeye son derece özen gösterdik. Meselâ Nisâ Sûresi'nin 93. âyet-i kerîmesinde “Bir mümini kasten öldürenin ebedî cehennemde kalacağı” bildirilmiştir. Hâlbuki diğer birçok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde “Ne kadar günahı olsa da îmân üzere ölenin cehennemde ebedî kalmayacağı”, hattâ “Allâh-u Te‘âlâ'nın dilemesi durumunda bağışlanıp, cehenneme hiç girmeden de cennete girebileceği” açıklanmıştır. İşte bütün âyet ve hadîsleri birlikte mütâlaa eden Ehl-i Sünnet ulemâsı, bu âyet-i kerîmeye: “Bir mümini îmânı yüzünden öldüren yâhut adam öldürmeyi helâl sayarak cinayet işleyen kişi kâfir olacağından cehennemde ebedî kalacaktır” diye tefsir etmişlerdir. Diğer bir misâl olarak; Müddessir Sûresi'nin 43. âyet-i kerîmesinde cehennem ehlinin ifâdesi olarak zikredilen: “Biz namaz kılanlardan değildik” âyet-i kerîmesi, Ehl-i Sünnet ulemâsı tarafından: “Biz namazın farziyetine inananlardan değildik” şeklinde tefsir edilmiştir. Zâten ileride gelen: “Biz cezâ gününü de yalanlardık” sözleri, Ehl-i Sünnet'in bu tefsîrinin ne kadar isabetli olduğunu ortaya koymaktadır. İşte biz bu meâlimizde Kur'ân-ı Kerîm'in metnine hiçbir ilâve yapmaksızın, parantezler vasıtasıyla bu mânâları okuyuculara naklettik. Bu hususlara riayet edilmeksizin yapılan meâlleri okuyan kimseler ise, bâzı günahların insanı cehennemde ebedî bırakacağı yâhut namaz kılmayanın kâfir olacağı gibi, Ehl-i Sünnet îtikadına ters düşen sapık inançlara kapılma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Hassâsiyetle üzerinde durulması gereken bir başka husus da şudur ki; Kur'ân-ı Kerîm'den hüküm çıkarmak ancak mezhep imamlarının ve müctehidlerin başarabileceği bir iştir. Bu zevât-ı kirâm fıkhî meselelerin tümünü delillerinden istinbat ederek hazır bir halde önümüze sunmuşlardır. Artık bize gereken; delillerden hüküm çıkarmaya uğraşmak olmayıp, ehli tarafından ictihad edilen fetvâyı arayıp bulmak ve onu tatbik etmektir ki bunun mahalli, fıkıh ve kelâm ilimleriyle ilgili yazılmış olan eserlerdir. Bunun aksine hareketle Kur'ân-ı Kerîm'in meâllerinden fetva çıkartmaya çalışanların, “Salât” kelimesinin lügat mânâsına bakarak farz namazları dahî terk edecek duruma geldikleri ortadadır. Bu îtibarla îtikadî veyâ fıkhî bir hükmü anlamak isteyen bir Müslüman'ın, sâde bir meâlle yetinmeyip mutlaka Ehl-i Sünnet ulemâsı tarafından bu konuda yazılmış kitaplara müracaat etmesi şarttır. Aksi takdirde günümüzde müşâhede ettiğimiz üzere Ehl-i Sünnet dışı Mu‘tezile, Müşebbihe ve Cebriyye gibi sapık fırkaların inançlarına bulaşması kaçınılmaz olur. Zîrâ Kur'ân-ı Kerîm âyetleri bir bütün hâlinde ele alındığında birbirini tasdik ve tefsir eder bir mâhiyet taşımaktadır. Dolayısıyla Kur'ân ve Sünnet'te; tahsîs, takyîd ve istisnâ (birinin, diğerinin hükmünü özelleştirmesi veyâ kayıt altına alması yâhut bâzı şeyleri o hükümden ayrı tutması) gibi hükümler cârîdir. Meselâ En‘âm Sûresi'nin 145. âyet-i kerîmesinde yasak olan yiyeceklerin dört maddeye hasredildiği görülmekteyken, Mâide Sûresi'nin üçüncü âyet-i kerîmesinde ve diğer birçok hadîs-i şerîfte daha birçok yasak yiyecekler bulunduğu belirtilmiştir. Yine böylece; Kasas Sûresi'nin 56. âyet-i kerîmesinde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den hidayet vasfı nefyedilmişken, Şûra Sûresi'nin 52. âyet-i kerîmesinde ise bu sıfat kendisine isnâd edilmiştir. Ayrıca; İnsân Sûresi'nin 30. âyet-i kerîmesinde Allâh-u Te‘âlâ'nın dilemesi olmadan kullarının dilemesinin bir şeye yaramayacağı beyan edilmişken, En‘âm Sûresi'nin 148. âyet-i kerîmesinde müşriklerin, Allâh-u Te‘âlâ'nın dilemesini öne çıkaran sözlerine karşılık onlar tasdik edilmemiş, bilakis tekzib ve inkâra nisbet edilmişlerdir. Bu gibi birçok misali göz önünde bulunduracak olursak; inanç veyâ amelle ilgili herhangi bir konudaki kesinleşmiş bir kararı mücerred bir meâlden anlayabilmek, müfessirlerin bu husustaki çözüm ihtiva eden beyanlarını hiç bilmeyenler hakkında mümkün görülebilecek bir şey değildir! Tüm bu yönler göz önünde bulundurulduğunda terceme ve meâl adı altında hazırlanan eserlerin, hükme kaynak ittihaz edilmelerinin büyük sakıncaları bir nebze olsun anlaşılmıştır. Dolayısıyla mensûh âyetlerin bildirilmesi ve ayrı ayrı mânâlara ihtimalli olan bâzı âyetlerin parantez ve notlarla îzâh edilmesi, çelişkili gibi görülen bâzı noktaların, Kur'ân-ı Kerîm'in tercümânı lakabına hâiz olan İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) gibi selef-i sâlihînden gelen çözümlerle vuzûha kavuşturulması gibi birtakım şartlara bağlı kalınmak sûretiyle yapılacak bir meâlin ihtiyaçlara cevap vereceği ve çok faydalı olacağı ittifakla benimsenmiş bir husustur. İşte biz bu meâlimizde bütün bu şartlara riâyet etmek üzere izah gereken hiçbir noktayı kapalı bırakmayıp, muteber tefsirlerde zikredilen müfessirlerin isabetli görüşleriyle her bir âyeti tek tek incelemeye gayret ettik. Ancak kimsenin iddiâ edemeyeceği gibi, bizim de hatasızlık gibi bir iddiâmız asla mevcut olmayıp, sehven vâki olan kusurlarımızın bağışlanmasını Allâh-u Te‘âlâ ve Tekaddes Hazretleri'nden, Kur'ân-ı Kerîm hatırına niyâz eder ve bu hizmette emeği geçenlere Mevlâ Te‘âlâ'dan feyiz ve tevfikler talep ederim.
3- Meâl yapılırken Kur'ân-ı Kerîm'de yoruma müsâid olan kelime ve cümlelerin tercemesinin, lügatlara veyâ Kur'ân-ı Kerîm'deki diğer kullanış şekillerine bakılıp ortama, güne ve gündeme itibar edilerek açıklanması Kur'ân-ı Kerîm'i tahrife ve tebdile sebebiyet verebilir. Nitekim birtakımlarının, Allâh-u Te‘âlâ'nın gazabını çekmek pahasına da olsa, birilerine şirin görünmek için, Nisâ Sûresi'nin 34. âyet-i kerîmesinde geçen: “Nasîhat kâr etmeyen, yatak ayırmak sûretiyle de yola gelmeyen kadınların dövülmesi” hakkında kullanılan “Darb” ifâde
Axess Kartlar
| Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
|---|---|---|
| Tek Çekim | 419,90 | 419,90 |
| 2 | 218,35 | 436,70 |
| 3 | 148,36 | 445,09 |
| 6 | 75,58 | 453,49 |
QNB Finansbank Kartları
| Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
|---|---|---|
| Tek Çekim | 419,90 | 419,90 |
| 2 | 218,35 | 436,70 |
| 3 | 148,36 | 445,09 |
| 6 | 75,58 | 453,49 |
Bonus Kartlar
| Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
|---|---|---|
| Tek Çekim | 419,90 | 419,90 |
| 2 | 218,35 | 436,70 |
| 3 | 148,36 | 445,09 |
| 6 | 75,58 | 453,49 |
Paraf Kartlar
| Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
|---|---|---|
| Tek Çekim | 419,90 | 419,90 |
| 2 | 218,35 | 436,70 |
| 3 | 148,36 | 445,09 |
| 6 | 75,58 | 453,49 |
Maximum Kartlar
| Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
|---|---|---|
| Tek Çekim | 419,90 | 419,90 |
| 2 | 218,35 | 436,70 |
| 3 | 148,36 | 445,09 |
| 6 | 75,58 | 453,49 |
World Kartlar
| Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
|---|---|---|
| Tek Çekim | 419,90 | 419,90 |
| 2 | 218,35 | 436,70 |
| 3 | 148,36 | 445,09 |
| 6 | 75,58 | 453,49 |
Diğer Kartlar
| Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
|---|---|---|
| Tek Çekim | 419,90 | 419,90 |
| 2 | - | - |
| 3 | - | - |
| 6 | - | - |
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.